Ve keza bu âlemin Sâni'inde pek rahîmane bir şefkat vardır.
Zira görüyoruz ki: Bu âlemde yardım isteyen bir musibetzedeye kemal-i sür'atle yardım ediliyor.
Dergâh-ı izzete iltica eden kurtuluyor.
Sual eden sâillerin istekleri veriliyor.
En âdi bir zîhayatın sesi işitiliyor ve hâceti kabul ediliyor.
İşte böyle bir şefkat sahibi, nev'-i beşerin en büyük, en lâzım, en zarurî, şedid bir hâceti hakkında, bütün insanlar namına yaptığı duada istediği Cennet'i ve saadet-i ebediyeyi ve ba'sü ba'de'l-mevt'i yapacaktır.
Bilhâssa o reis-i muhteremin şu umumî duasına, bütün zevilhayat, bütün mahlukat "Âmîn!
Âmîn!" diyorlar.
Bak, o zât öyle bir maksad, öyle bir gaye için saadet isteyip dua ediyor ki, insanı ve bütün mahlukatı, esfel-i safilîn olan fena-yı mutlaka sukuttan, kıymetsizlikten, faidesizlikten, abesiyetten a'lâ-yı illiyyîn olan kıymete, bekaya, ulvî vazifeye, mektubat-ı samedaniye olması derecesine çıkarıyor.
Bak, hem öyle yüksek bir fîzâr-ı istimdadkârane ile istiyor ve öyle tatlı bir niyaz-ı istirhamkârane ile yalvarıyor ki, güya bütün mevcudata, semavata, arşa işittirip, vecde getirip, duasına "Âmîn!
Allahümme âmîn!" dedirtiyor.
Mesnevi-i Nuriye - 41
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder