Bediüzzaman Hazretleri Kastamonu Lâhikası’nda beşerin şiddetli manevî kış yaşadığı bu hengâmda biçare olanlarına şefkat nevinden gelen bir hüzün ve elem hissettiği bir anda manevî bir ihtar aldığını haber verir. Dünyanın o harb vaziyetindeki durumunda masumların hallerine acıdığı o halette manen gelen bir ihtarın o elim şefkate bir merhem olduğunu beyan eder. Ve beşerin zalim kısmının cinayetlerinin neticesi olarak gelen felâketten vefat eden masumların büyük mükâfatlara nail olduklarını aktarır.
Sonra mahkeme-i kübrada o asilerin cezalarını alacaklarını; masum ve mazlûmların burada çektikleri zahmetlerden on derece ziyade mükâfatlarını alacaklarını düşünmenin önemine değinilmektedir. Hem rahmet-i İlâhiyeden ileri şefkatin olmayacağı hakikati hatırlatılarak bu hadiselere şiddetli teessür duymanın O’nun hikmet ve rahmetini tenkid hükmüne geçebileceği ilân edilir. Ve bizim iktidar dairemiz haricimizdeki hadiselere Cenâb-ı Hakk’ın merhameti, hikmeti, adaleti ve uluhiyeti noktasında bakmamızın ehemmiyeti üzerinde durulur.
Ayrıca Sözler Risalesinde de, umumî musîbetin ekseriyetin hatasından geldiğini beyan ederken ekser insanın o zalimlerin zulümlerine fiilen, iltizamen veya iltihaken taraftar olmasıyla musîbetin umumîleşmesi neticesini verdiği izah edilmektedir. Bunun yanı sıra masumların da o musîbet içinde yanmasının hikmetine gelirsek eğer o zulümlerin ardından gelen o belâ ve felâketler yalnızca zalimlere mahsus olsa ve masumlar sağlam kalsa idi bu teklif, tecrübe ve imtihan meydanı olan dünyanın teklif sırrı bozulacak ve manevî mücahede ile kazanılan manevî terakki kapısı kapanacaktı, böyle olunca da Ebucehiller aynen Ebubekirler gibi teslim olacaktı. Ancak o musîbetlerdeki gazab ve hiddet içinde de, mü’minlere bir rahmet cilvesi bulunmaktadır. “Çünkü, o mâsumların fânî malları, onların hakkında sadâka olup, bâkî bir mal hükmüne geçtiği gibi, fânî hayatları dahi bir bâkî hayatı kazandıracak derecede, bir nevi şehâdet hükmünde olarak, onlar hakkında, aynı gazab içinde bir rahmettir.”
Ve Mektubat adlı eserde de bu kıştan sonra baharın gelmesi gibi o herkesi uyandıran azîm hadiselerden sonra hamiyet-i aliyenin feveran edeceğinin hakikati ilân edilerek rahmet-i İlâhiyeden ümitvar olmamız gerektiği ihtar ediliyor. Zira “hayat musîbetlerle, hastalıklarla tasaffi eder, kuvvet bulur, terakki eder, netice verir.” Hem yine unutmamak gerektir ki, “büyük saadetler büyük ve acı felâketlerin neticesidir.” “Ey Rabbimiz! Bizden evvelkilere yüklediğin gibi bize de ağır vazifeler ve musîbetler verme.” (Bakara Sûresi)
Kaynakça:
Sözler, Şuâlar, Barla Lâhikası, Kastamonu Lâhikası, Emirdağ Lâhikası.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder