21 Haziran 2022 Salı

HERKESE HAKKINI VERMEK

 Herkesin hakkını vermek iki şekilde olur; hukuki yaptırımla. Bu işin hukuki ve dünyevi boyutudur. Hak yemekten korkmakla. Bu da işin ahlaki ve imani boyutudur. Yani biz imanı da ahlaki alanda sayıyoruz. Bu ikisi birden olmadan gerçekleştirilmeye çalışılan adalet sevgiye ve merhamete değil, sadece kanun korkusuna dayalı, topal bir adalettir. Şöyle de diyebiliriz: Adaletin bir ucu sevgi ve merhamet, diğer ucu korkudur. Korku sadece kanuni yaptırım korkusu olursa bunun delinmesi her zaman mümkündür. Ama öbür âlemde hesap verme korkusu da buna eklenirse adaleti sağlamada bu daha etkili olur. Yoksa Balzac’ın dediği gibi, kanunlar küçük sineklerin takılıp kaldığı, eşek arılarının delip geçtiği örümcek ağları gibi olur. Yani biz Machiavelli gibi düşünmüyoruz. Ona göre “her şeyden önce toplumun kalbine sevgi yerine korku düşürülmelidir, hükümdar sevimli olmaktansa korkutucu olmalıdır. Çünkü insan korktuğuna sevdiğinden daha çok hizmet eder.” (Mirpenç Akşit. Fârâbi Düşüncesinde Bir Erdem Olarak Adâlet).

O halde adaleti gerçekleştirecek unsurlar Hadîd Suresi 122. âyette sayılanlardan başkası değildir: Kitap, mizan ve hadîd. Yani ahlak, hukuk ve caydırıcı yaptırımlar. Hz. Osman’ın (ra): “Allah kitapla yola gelmeyeni sultanla yola getirir.” sözünün anlamı da budur. Esas olan ahlak olmakla beraber, adalet hiçbir zaman ne sadece ona, ne de tek başına diğerlerine havale edilebilir. Bunlardan hadîd, yani demir, sadece İslam ülkesindeki adaleti sağlamakta değil, dünyadaki adaleti sağlamakta da gereklidir. Gücü, teknolojiyi ve caydırıcı silahları ifade eder ve Müslüman olmayanların arasındaki adaletsizliklerden, yani zulümlerden bile Müslümanlar sorumludurlar (Nisa, 4/75). Güç ve caydırıcı silahlar teknolojiye, teknoloji bilime, bilim servete bağlıdır. O halde Müslümanlar bu gücü ihmal edemezler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder