Neden vesika almak için müracaat etmiyorsun?
Elcevab:
Şu mes'elede ben kaderin mahkûmuyum, ehl-i dünyanın mahkûmu değilim.
Kadere müracaat ediyorum.
Ne vakit izin verirse, rızkımı buradan ne vakit keserse, o vakit giderim.
Şu mananın hakikatı şudur ki: Başa gelen her işte iki sebeb var; biri zahirî, diğeri hakikî.
Ehl-i dünya zahirî bir sebeb oldu, beni buraya getirdi.
Kader-i İlahî ise, sebeb-i hakikîdir; beni bu inzivaya mahkûm etti.
Sebeb-i zahirî zulmetti; sebeb-i hakikî ise adalet etti.
Zahirîsi şöyle düşündü: "Şu adam, ziyadesiyle ilme ve dine hizmet eder, belki dünyamıza karışır" ihtimaliyle beni nefyedip üç cihetle katmerli bir zulüm etti.
Kader-i İlahî ise benim için gördü ki, hakkıyla ve ihlasla ilme ve dine hizmet edemiyorum; beni bu nefye mahkûm etti.
Onların bu katmerli zulmünü muzaaf bir rahmete çevirdi.
Madem ki nefyimde kader hâkimdir ve o kader âdildir; ona müracaat ederim.
Zahirî sebeb ise, zâten bahane nev'inden birşeyleri var.
Demek onlara müracaat manasızdır.
Eğer onların elinde bir hak veya kuvvetli bir esbab bulunsaydı, o vakit onlara karşı da müracaat olunurdu.
Başlarını yesin, dünyalarını tamamen bıraktığım ve ayaklarına dolaşsın, siyasetlerini büsbütün terkettiğim halde; düşündükleri bahaneler, evhamlar, elbette asılsız olduğundan, onlara müracaatla o evhamlara bir hakikat vermek istemiyorum.
Eğer uçları ecnebi elinde olan dünya siyasetine karışmak için bir iştiham olsaydı; değil sekiz sene, belki sekiz saat kalmayacak tereşşuh edecekti, kendini gösterecekti.
Halbuki sekiz senedir bir tek gazete okumak arzum olmadı ve okumadım.
Dört senedir burada taht-ı nezarette bulunuyorum; hiçbir tereşşuh görünmedi.
Demek Kur'an-ı Hakîm'in hizmetinin bütün siyasetlerin fevkinde bir ulviyeti var ki, çoğu yalancılıktan ibaret olan dünya siyasetine tenezzüle meydan vermiyor.
Adem-i müracaatımın ikinci sebebi şudur ki: Haksızlığı hak zanneden adamlara karşı hak dava etmek, hakka bir nevi haksızlıktır.
Bu nevi haksızlığı irtikâb etmek istemem.
Mektubat - 47
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder