8 Eylül 2021 Çarşamba

İNSAN YERYÜZÜNÜN HALİFESİ

 İnsan, yeryüzünün halifesi, bütün mahlûkat üstünde bir komutandır. Onun için namazda tahiyyat duasını okurken bütün mahlûkatın ibadet ve istianelerini onlar adına Cenab-ı Hakka takdim eder.

Sünnet-i Seniyye bir iksirdir. Âdetleri ibadete, gafleti huzura, ömrün her dakikasını bir ömür kadar faydalı hale getirir. Uhrevi meyveler vermesine vesile olur. Yaşanan hayatta, yapılan her işte Peygamber Efendimizin (a.s.m.) sünnetine uymak niyetiyle yapılan her hareket ibadet olur. Ömrün her dakikası bakileşir ve ebediyet kazanır. “Demek, Sünnet-i Seniyyeye tatbik-i amel etmekle, bu fâni ömür, bâki meyveler verecek bir hayat-ı ebediyeye medar olacak olan faideler elde edilir.”[9]

İbadetler sırf Allah rızası için yapılır. Onlardan dünyevi bir maksat beklenmez ve kasten istenilmez. Şayet dünyevi bir maksat hâsıl olursa Cenab-ı Hakkın fazlı ve ikramı olarak kabul edilir. Dünyevi bir maksadın meydana gelmesi niyetiyle yapılan ibadet, ihlassız olduğu için kıymetten düşer. Dünyevi maksatlar ancak bir teşvik edici olabilir.[10]

İştirak-i a’mal-i uhreviye düsturuyla, ihlas ve samimi bir niyet ile az bir ömürde çok büyük neticeler hasıl olması mümkündür. İhlas ve samimi bir niyetle iştirak eden her bir insan, diğerlerini de niyet ederek ibadet ettiği için hepsinin ameli bir havuz olur ve herkesin bir havuz kadar bir neticesi meydana gelir. Burada samimi bir niyet ve ihlas çok önemlidir. Özellikle kadir gecesi gibi mübarek gecelerde yüzlerce kadir gecesi ihyası elde etme ihtimali vardır. Yalnız herkesin, her kardeşini de niyetine alıp ben yerine biz diye dua etmesi gerekmektedir. [11]

“Hüsn-ü niyet öyle bir kimyadır ki, şişeleri elmasa çevirir, toprağı altın yapar.”[12]

İnsanın cüz-ü ihtiyariden başka sermayesi yok. Hasenat ve hayratı meydana getirmeye gücü yetmez. “Yalnız, insan, iman ile, arzu ile, niyet ile sahip olabilir. Ve sahip olduktan sonra, o hasenat ise, ona evvelce verilmiş olan vücut ve iman nimetleri gibi, sabık hadsiz niam-ı İlâhiyeye bir şükürdür, geçmiş nimetlere bakar. Vaad-i İlâhî ile verilecek Cennet ise, fazl-ı Rahmânî ile verilir. Zâhirde bir mükâfattır, hakikatte fazldır.”[13]

Bu asır, dünyevileşmenin çok ileri gittiği bir asırdır. Duyguları dünya hesabına çokça yaralamış ve heyecanlandırmıştır. Zevk-i hayatı, hayatına hükmeder hale getirmiştir.[14] “…tahribata ve günahlara karşı takvâyı esas tutup davranmak gerektir. Madem her dakikada, şimdiki tarz-ı hayat-ı ictimaiyede yüz günah insana karşı geliyor; elbette takvayla ve niyet-i içtinapla yüzer amel-i sâlih işlenmiş hükmündedir.”[15] “Takvâ, böyle zamanlarda, binler günahın tehâcümünde bir tek içtinab, az bir amelle, yüzer günah terkinde, yüzer vacip işlenmiş oluyor. Bu ehemmiyetli nokta, niyetle, takvâ namıyla ve günahtan kaçınmak kastıyla menfî ibadetten gelen ehemmiyetli a’mâl-i salihadır.”[16]

“Evet, velâyetin kerameti olduğu gibi, niyet-i hâlisanın dahi kerameti vardır. Samimiyetin dahi kerameti vardır. Bahusus, lillâh için olan bir uhuvvet dairesindeki kardeşlerin içinde, ciddî, samimî tesanüdün çok kerametleri olabilir. Hattâ şöyle bir cemaatin şahs-ı mânevîsi bir veliyy-i kâmil hükmüne geçebilir, inâyâta mazhar olur.”[17]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder