Bir hadiseyi tarih sayfaları arasından bizlere vereceği irfan ve ibret dersine beraber göz atalım:
Sultan Alparslan, Horasan’a döndükten sonra hudutlarına tecavüz eden Batı Karahan devleti hükümdarına karşı Maveraünnehir’e sefer açtı. Ceyhun Nehri’ni (Amu Derya) geçtikten sonra, kaleyi inatla savunanlardan kale muhafızı Harzemli Yusuf adlı birisi yanına getirildi. Alparslan huzuruna getirilen düşman muhafızın ellerinin çözülmesini emretti. Kaleyi inatla savunduğu için muhafıza hiddetlenmiş ve okunu gererek muhafıza fırlattı. Ancak Alparslan’ın oku ilk defa hedefine varmamıştı. Bunu fırsat bilen muhafız koşarak çizmesindeki hançeri çıkarıp Sultan Alparslan’a birkaç yerinden sapladı.(1072) Alparslan yaralı iken ölüm döşeğinde şunları söyledi:
“Ben Allah’ımdan yardım istemeden hiç bir şeye kastetmedim ve hiçbir düşman üzerine yürümedim. Dün bir tepeye çıkmıştım, askerimin çokluğundan yer sallanıyordu. Bana bir gurur geldi, kendi kendime: “Ben dünyanın padişahıyım, bana kimse karşı koyamaz” dedim. Ama talihim bana bunun aksini gösterdi. Allah bana, insanların en sefilini gönderdi. O savaşta yenilmiş bir esir, bir mahkûm. Benden güçlü çıkıp beni vurdu. Beni tahtımdan etti, beni canımdan etti. Ben Allah’tan yardım isterim. Böyle hatıra gelen fikirler için Allah’tan mağfiret dilerim.”
Merv’e cenazesi götürülen Alparslan babası Çağrı ve amcası Tuğrul Bey’in yanına gömüldü.
Mezar taşına şu ibareler yazıldı:
“Alparslanın göklere yükselen büyüklüğünü görenler, bakınız!.. Şimdi o, şu kara toprağın altında yatıyor.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder