Bir eksiklik veya bir hüzün var.
İhtiyar çiftçi ilk kez güneşli bir bahar günü evinden çıkamıyor mesela.
İnsanlar akşam işten yorgun döndükleri köy kahvesinde iki yudum çay da içemiyor.
Komşular bir birlerine oturmaya bile gidemiyor.
İnsanlar dargın gibi.
Öğrenciler niye okulda değil?
Bu Kabe niye boş, camileri kim kapattı?
Hüzün bulutları sarmış yurdumun dağlarını.
Sekseni biraz geçmiş Mehmet amca pencereden, “Biz darbeler ve savaşlar gördük ama böylesini hiç görmemiştik. Menderes’in idamını, Kıbrıs Savaşını, Seksen Darbesini gördük. AİDS salgınını, domuz gribini ve daha neler neler gördük ama hiç böylesini görmedik. Sâhi Rafet hoca, söyle Allah aşkına bu sefer ne oluyor? diye bana soruyor.
Ah Mehmet amca ah!
Söylediklerinin bir kısmına ben de şahit oldum, ama böylesini ne gördüm ne duydum.
Gerçekten korku filmi gibi! Bazen inanamıyor insan yaşadıklarımızın gerçek olduğuna.
Ne Müslümanların bayramları, ne Hıristiyanların noeli, ne Budistlerin veya Hinduların tapınakları yedi buçuk milyar nüfuslu insanlık ailesini tek bir konu üzerine konuşmaya ve kafa yormaya bu kadar mecbur etmemişti.
Muhtemelen şimdi aynı derdin defi için tüm din mensupları kendi inançları doğrultusunda ve kendi tanrılarına yalvarıyor.
Bilmiyorum, bu daha önce yaşanan bir şey midir?
Belki de dinin, milliyetin, ideolojinin ve diğer ayırıcı amillerin esiri olmuş insana tüm bunların üstünde var olan başka değerlerin olabileceğini öğretir bu virüs.
Küçük derelerde panikleyen insana büyük girdaplar karşısında çaresiz kalacağını öğretir bu küçücük canlı!
Ey tabiata meydan okumaya kalkan vicdansız!
Ey ekolojik sistemi bozup azan kifayetsiz!
Ey Yaratanın tahtına göz diken hatsiz!
Ey kendi ürettiği teknolojiye tapmaya kalkan vefasız!
Ya kendine gelirsin ya da gidersin! dercesine meydan okuyor bize.
……….
Evlerimizdeyiz artık.
Fil Suresi’ni okuyoruz yaşadığımız tefsiriyle birlikte. Küçücük kuşların kibir abidesi Fil Ordusu’nu ne hale getirdiğini daha yoğun hissediyoruz şimdi.
Ashabı Kehf’i düşünüyoruz. İnançsızlık virüsünden kaçıp mağaranın içinde hürriyeti yudumlayan Yedi Genci.
“Bu dert gelip beni buldu, ama sen merhametlilerin en merhametlisisin” diyen Eyyüp Nebi’yi de hatırlayıp gündemimize alıyoruz artık.
Bu günler de geçecek. Tekrar dışarıya çıkacağız. O gün geldiğinde bir birimizin göz bebeklerine bakalım. Bir birimiz için ne kadar değerli olduğumuzu artık unutmayalım.
Unutmayalım! Hayat dostluk için uzun, düşmanlık için kısa.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder