17 Ekim 2018 Çarşamba

BEDİÜZZAMAN VE RİSALE-İ NUR

Bediüzzaman yazdığı eserlerin Kur’an’a perde olmaması için ilginç bir üslup ve yeni bir metot takip etmiştir. Onun bütün amacı kaynağın kutsiyetine perde olmamak, aksine ayine olmaktır. Nitekim Risale-i Nur’daki kuvvetin tesirini soranlara verdiği cevapta şöyle diyor:
Şeref, i’caz-ı Kur’an’a ait olduğundan ve bana ait olmadığından bilaperva derim: Yazılan Sözler tasavvur değil tasdiktir. Teslim değil imandır. Marifet değil şahadettir, şuhuddur. Taklid değil tahkiktir. İltizam değil izandır. Tasavvuf değil hakikattir. Dava değil dava içinde bürhandır. Elhasıl yazılarımda ne kadar güzellik ve tesir bulunsa ancak temsilat-ı Kur’aniyenin lemaatındandır. Benim hissem yalnız şiddet-i ihtiyacımla taleptir ve gayet aczimle tazarruumdur. Dert benimdir, deva Kur’an’ındır.
Kur’an’ın bir tek harfinin bir tek nüktesi için şehit olmayı göze alan Bediüzzaman Kur’an için yaşamıştır. “Kur’an’a ait her şey güzeldir, kıymetlidir. Zahiren ne kadar küçük olursa olsun kıymetçe büyüktür” düşüncesinden hareketle Kur’an’ı öne çıkarmak, onu yüceltmek ve anlatmak adına ömrünü bu kutsi gaye uğruna harcamıştır. O hayatı boyunca daima Kur’an’ı terennüm etmiştir. Zira Kur’an kainatın ruhu ve aklı hükmündedir.
Eğer kainattan Risalet-i Muhammediye’nin nuru çıksa gitse kainat vefat edecek. Eğer Kur’an gitse kainat divane olacak ve küre-i arz kafasını, aklını kaybedecek; belki şuursuz kalmış olan başını bir seyyareye çarpacak, bir kıyameti koparacak.
Kur’an-ı Kerim’i kainatın ruhu ve aklı kabul eden bir anlayışla tefsir yazan Bediüzzaman, yazdığı eserlerde hem Kur’an’a ayine olmuş hem de Kur’an’ın manevi mücevherleri olan hakikatlerini bu asırda Risale-i Nur sergisinde insanlığa haykıran en yüksek sesli bir dellal ünvanını da kazanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder