12 Nisan 2018 Perşembe

SEVGİ VE HOŞGÖRÜ


Yeryüzünün en güzel misafiri olan insan, diğer bütün canlılardan daha mükemmel bir şekilde yaratılmış ve onlara kumandanlık edebilecek vasıflarla donatılmıştır. Bu yönüyle insan sevgiyle dolu olduğu gibi, varlıklara da hoşgörüyle yaklaşmakla sorumludur.

“Biz muhabbet fedaileriyiz husûmete vaktimiz yoktur” diyen asrın sahibi Bediüzzaman Hazretleri, toplumda sevginin ne derece önemli olduğunu belirtmektedir. Fertlerin gönüllerine yerleştirilen sevgi tohumları yeşerdiği vakit, muhabbet gülleri açacak büyük bir ağaç olacaktır. Sevginin olduğu yerde hoşgörü vardır. Hoşgörünün yerleştiği toplumlarda huzur, sükûn ve güzellikler hâkim olur. Kin ve nefretin ortadan kalkması, sevgi ve hoşgörünün her tarafta yayılması ile mümkündür. Yüce Rabbimizin Allah Resûlüne “Habibim” diye hitap etmesi sevginin büyüklüğünü bizlere ikaz mahiyetindedir. “Eğer Allah’ı seviyorsanız Habibullaha ittiba ediniz. Yani onun emirlerine uyunuz, onu dinleyiniz. Eğer onu dinlemiyorsanız bilmelisiniz ki Allah’ı sevmiyorsunuz” demektir. Bu İlâhî ikaz karşısında aklı başında olan her insan düşünüp kendisini sorgulamak zorundadır.

Muhabbetin yani sevginin bu kadar önem kazandığı bir dinin mensupları olan biz Müslümanlar, değil sadece Müslümanlar arasında bütün dünyada sevgiyi esas kılmak zorundayız. Hoşgörüyü topluma ve gönüllere yerleştirmek zorundayız. Toplumdaki bugünkü sıkıntıların kaynağı da büyük ölçüde hoşgörüsüzlük değil mi? Yunus Emre ne güzel söylemiş: “Yaratılanı hoşgörürüm yaratandan ötürü” diyerek sevgiyi herkese yaymanın ve herkesi sevmenin, Allah’ı sevmeye ve bundan dolayı mahlûkatı sevmeye yönelik olduğunu belirtmiştir.

Medenî toplumlarda şiddete yer yoktur. “Medenilere galebe çalmak ikna iledir. Söz anlamayan vahşiler gibi icbar ile değildir” sözü ile asrın müceddidi bizim tebliğ metodumuzu belirtmiş. Kavl-i leyyin ile tebliğ etmemiz gerektiği de Allah Resûlünün sözlerinden anlaşılmaktadır. Sevgisizliğin ve hoşgörüsüzlüğün olduğu yerde şiddet, kin, nefret ve her türlü kötülük yayılarak toplum hayatımız da zarar görür. Çevremizde gördüğümüz olaylar karşısında düşünüp nerede yanlış yaptığımızı araştırmamız gerekir. Sevgiyi esas tutan bir dinin mensupları olan bu milletin çocuklarının birbirinden nefret etmesi kadar korkunç birşey olamaz. Hırsızlığın, yolsuzluğun, şiddetin, nefretin yaygınlaşması toplumlarda manevî değerlerin yok olmasının ya da zaafa uğramasının belirtileridir.

Netice itibari ile her insan mahiyetinde bulunan ailesinden, çocuklarından sorumlu; her yönetici idaresindeki kişilerden mesuldur. Bunları eğitmek, güzeli göstermek, kötülüklerden uzaklaştırmak her sorumluluk taşıyan insanın birinci vazifesi olmalıdır. Belki bu şekilde kötülükler azalır, sevgi ve hoşgörü topluma hâkim olur.

Rafet ÖZCAN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder