Allâh “Ben nurdan bir ev yaptım, insanı içine koydum, bunun adına da kalp koydum” diyor. O evin ise dört kapısı vardır:
Birincisi: İlim.
İkincisi: Hilm (yumuşaklık)
Üçüncüsü: Sabır.
Dördüncüsü: Şükür.
Sen dua ederken; “Ne yüzle istiyorum ki?” Mahcubiyetini yaşarken; Allâh sana, “Ben bu yüzünü de seviyorum.” Diyor. Bu ne güzel sevmekliktir.* *İrfan Yolu, Bektaşi kitabından alıntıdır.
kalp, aynı zamanda. iman ile inkâr ve insanın kavrama ve idrak etme mahallidir. İmanın ilk şartı; kalben tasdiktir. Dolayısıyla hem iman ve hem de inkâr kalbin birer eylemi kabul edilmektedir. Kur’an’da kalbe dair âyetler, hem müsbet ve hem de menfi cihetlerine işaret eder.
Mesela kalbin güzel, olumlu tarafıyla ilgili olarak bir kaç âyet şöyledir:
“İmanın mahalli kalbtir”(3)
“Takvanın mahalli kalbtir”(4)
“Kalblere sekinet, itmi’nan, sebat ve huzur veren Allâh’tır.”(5)
“Hani o, Rabbine temiz bir kalb ile gelmişti.”(6) buyurdu
Kalbin olumsuz yönleri ile ilgili olarak da:
Mesela Allâh Teâlâ; “Allâh onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerinin üzerinde de bir perde vardır.”(7)
Ve “Onların kalbleri vardır onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler.”(8) buyurmuştur.
“Akletmek için onlarda kalb yok mu?”(9)
“Kalbi olanlar için, bunda öğüt vardır.”(10) diye buyrulmuştur.
“Kalbleri var ama onunla bir şey anlamıyorlar.”(11)
Diğer yandan;
Bu zikri geçen âyetler, insanın bedensel yönüyle değil, manevi boyutlarıyla da alâkalıdır. Akleden, düşünen, hidayete ulaşan, merhamet ve sevgiyi taşıyan, vahyin ve ilham (önsezin) ın iniş mekânı gibi, olumlu haslet ve duyulara sahip olabilen kalbi körleşen, katılaşan, kilitlenen, mühürlenen, görmeyen, düşünmeyen, kin, öfke, inat, nefret, nifak gibi olumsuz nitelikleri de bünyesinde barındıran, yönlendiren bir yapıya sahiptir. Dolayısıyla hak ve kakikatı görme veya görememe gibi bir harekete sahip olan kalbin, en büyük felaketi onun mühürlenmesidir.
Kur’an’ı Kerim’de 15 âyet kadar kalbin bu duyarsızlığından, mühürlenmesinden bahsettiğini görüyoruz. İnsanların ayrıca kalbleri, iman, marifet, ilim, faziletin de menba-ı’dır.
Kalbin iki yüzü vardır; biriyle hakka, diğeriyle halka bakar. Kalp Allah’ın arşıdır, Bir Kudsi Hadiste: “Yerlere ve göklere sığmayan Allâh, mu’min kulunun kalbine sığmıştır”(12) diye ifade edilmiştir.
Bu hususta Hz. Peygamber: “Bedende bir organ vardır, eğer bu organ iyi, pâk ve nezih ise, bütün beden iyi olur. Eğer o organ bozuk ise, bütün beden bozuk olur.”(13) buyurdu
Bir de kalbin; iman, itmi’nan ve huzur gibi duyguların kaynağı olduğunu ifade eden âyetler vardır.
Allah-u Teâlâ bir âyet-i kerîmesinde, Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) hitaben şöyle buyurmaktadır:
“Sen inkâr edenleri korkutsan da korkutmasan da birdir. Onlar inanmazlar. Allah, onların kalblerini ve kulaklarını mühürlemiş, gözlerine perde çekmiştir. Onlar için büyük bir azap vardır.”(14)
Bu âyet-i kerîmeye tenkit nazarıyla bakan, basit anlayışlı bazı insanlar; “Allah bu adamların kalblerini mühürlemiştir. Bunlar daha nasıl iman ve ibâdet etsinler, hakikatleri görsünler ve işitsinler?” diye bir itirazda bulunabilirler. Hâlbuki meseleyi tefekkür, insaf ve vicdan ölçüleri içerisinde ele alan bir mü’min için, böyle bir iddianın yeri ve imkânı yoktur.
Evvelâ, âyet-i kerîmedeki inkâr etme fiili insanlara; mühürleme ve perde çekme fiilleri ise Cenâb-ı Hakk’a aittir. Bilindiği gibi, ihtiyarî fiillerde Cenâb-ı Hakk’ın iradesi, insanların cüz’î iradelerine taalluk eder. Burada insanlar hür iradeleriyle inkâra sapmakta, Allah da onların kalblerini ve kulaklarını mühürlemekte, gözlerine perde çekmektedir. Dolayısıyla insanların kalblerinin mühürlenmesinde en büyük amil, yine bizzat kendi murat ettiklerinin sonucu olmaktadır.
Allâh Te’alâ, insana bir hürriyet içerisinde hareket edebilmek için kendisine irade denilen, tamamen bağımsız bir kabiliyet ve duygu vermiştir. Kur’an-ı Kerim’de; “O gün onların ağızlarını kapatıveririz. Yaptıklarına dair elleri konuşur, ayakları şahitlik eder.”(15) buyurmuştur. Burada kendisinin hem olumlu, hem olumsuz; hem hayır ve hem de şer, hem iyilik, hem de kötülükleri hususunda, kendi iradesiyle işledikleri, kazandıkları, defterine sevap, hayır, şer veya günah olarak yazılır. Ve bunun üzerinden ya ceza alır veya mükafatlandırılır. Bütün bunlar, kulun kendi tayin ettiği imtihanının sonuçlarıdır.
Allâh kutsal kitaplarda ve bu kitaplarda bulunmayan diğer güzellikleri, Peygamberleri vasıtasıyla kullarına tebliğ eder. Yapıp veya yapmama hususu ise kendi hususi iradesine bağlıdır.
Evet bu kul hakkının dışında, her biri yine kalbte kara bir nokta bırakan, leke oluşturan diğer şahsi günahlar olan içki içmek, zina yapmak gibi suçlar; Allâh Te’al’anın affına Mazhar olabilecek günahlardır. Bir insan bu yaptıklarından pişmanlık duyar ve dönerse ve akabinde de iyiliğe yönelirse, Allâh affeder. Hatta Allâh Kur’an’da kendilerine şu müjdeyi bile vermiştir: “Ancak iman edip Tevbe edenler (pişman olanlar) iyi davranışta bulunanlar başkadır! Allâh onların kötülüklerini iyiliklere (yani seyyiatlarını hasenata) çevirir. Allâh çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir”(19)
Bu İlâhî telöransın emsali dünyada yoktur. Yani geçmişte yaptığı kötülüklerden pişmanlık duyar ve dönerse; o kötülükleri, defterine iyilik olarak yazmaktan daha büyük bir ödül düşünülebilir m?
Ama kul hakkına girenler, bu günahları işleyenlerin her bir fiilleri yüreklerinde silinmez, kalıcı bir kara leke oluşturduğundan, kendi isteği ve iradesiyle bunları yaptığından dolayı kalbleri tamamen kararır ve artık dönüşü olmayan bir yola girdiğinden; kalbi Allâh tarafından mühürlenmiş olur. Ve Allâh, “Bunların dönüşü yoktur.” der.
Allah kullarına irade yani seçme ve ihtiyar etme kabiliyeti vermiştir. Her insan bu kabiliyetini güzelce istimal etmeye de etmemeye de serbest bırakılmıştır. Cenab-ı Hak her kulun bu istidadını bu dünyada ne surette kullanacağını ezeli ilmi ile bildiğinden ona göre hüküm vermiştir. Bu ezeli kanun, kulların kendi irade ve ihtiyarlarına göre tecelli etmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder