31 Aralık 2024 Salı

REGAİB KANDİLİ

 Terim olarak Regâib, Receb’in, müslümanlar arasında kutsal kabul edilen ilk cuma gecesidir. Bu gecede Yüce Allah’ın rahmet, bağış ve yardımlarının bütün kainata dağıtıldığına inanılır.

Regâib gecelerinde dua etmek, tövbe ve istiğfarda bulunmak, çeşitli ibadetlerle geçirmek Müslümanlar arasında genel kabul görmektedir.

Said Nursi, bu gece ile ilgili olarak, Hazret-i Risaletin bir cihette âlem-i şehadete teşrifinin (anne karnında) bu gecede olduğunu, bundan dolayı bütün asırlarda bu gecenin önemli olduğunu ifade etmektedir. (Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s.284)


Üç aylar, yılın bereketli mevsimi. Manevi hayatın baharı, rahmetin sağanak halinde gönül dünyamıza döküldüğü mevsim. Zamanın çemberi döndü dolaştı yine rahmetin verimli damlalarını kalbimize ve gönlümüze dökmeye başladı. Bize, sadece elimizi açmak, gönlümüzü açmak, duygularımızı açmak kaldı.

Maddi hayatımızın yılında nasıl ki mevsimler var, aynen bunun gibi manevi hayatımızın yılında da mevsimlere benzeyen zaman dilimleri vardır. Bir kısmı bahardır, bir kısmı yaz ve kış. Üç aylar bu mevsimin baharıdır. Baharda sular boz bulanık ve coşarak akarlar. Her taraf laleler, güller ve çiçeklerle bezenmiş vaziyettedir. Seyredenin dünyası bin bir çeşit renk cümbüşü ile donanır. İşte bu manevi bahar olan üç aylar, gönül dünyamızı kuşatacak, manevi hayatımıza renk cümbüşü ile çiçekler açtıracaktır.

Bütün kâinat bu gecelere hürmet etmektedir. Üç ayların içinde barındırdığı kandil geceleri, manevi hayatımızda kilometre taşlarıdır. Allah’ın rahmeti, Recep ayı ile diğer zamanlara göre daha bir coşar, Şaban ayında cömertliğini bir kat daha artırır, Ramazan’a gelindiğinde artık rahmetin sınırı insan idrakini zorlayacak dereceye ulaşır.

Kul Rabbinin rahmetine doğru bir adım atarsa, O’nun rahmeti kuluna on adım atacaktır. Regaip, bolluk, cömertlik, bereket demektir. Allah da rahmetini bol bol göndermektedir. Rahmet bu şekilde yağarken bundan mahrum kalmak akıllı insanın işi olamaz.

Peygamber Efendimiz (a.s.m), âlemlere rahmet olarak gönderilen O Şanlı Nebi, ümmetinin bu rahmete ne kadar koştuğunu görmek ister. Umum kainat, bir cihette onun bu âleme teşrifini alkışlamaktadır. Bu, bütün asırlar için geçerlidir. O’nun manevi şahsiyeti, bütün asırlardaki ümmetinin manevi hayatı ile daima alakadardır. Onun şu duası bütün asırlardaki bütün ümmeti için manevi bir kalkan olarak devam etmektedir. “Allah’ım, hakkımızda Recep ve Şa’ban ayını mübarek kıl, bizleri Ramazan ayına ulaştır.” Regaip kandili, bu mübarekliğin ilk basamağıdır. Bütün ümmet rahmetin kucağına kendisini atmalı, Peygamber Efendimizin (a.s.m.) dua halkasının içine dâhil olmalı ve bütün hissiyat ve zerreleri ile bu duaya fiilen, halen ve kalen amin demelidir.

Regaip, evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu Cehennemden azat olan Ramazan ayının habercisidir. Üç aylar kademe kademe bu ümmeti Ramazan ayına hazırlamaktadır.

Alıntı

REGAİB KANDİLİNİ NASIL GEÇİRMELİYİZ?

 1. Kur’an-ı Kerim okuyarak,

2.Peygamberimiz ( a.s.m)’ın mübarek duası olan Cevşen-ül Kebiri okuyarak,

3. Aile bireyleriyle birlikte günün mana ve ehemmiyeti hakkında sohbet ederek,

4. Allah rızası için namaz kılarak,

5. Hayatımızın geçmiş günleri ve yılları hakkında muhasebe yaparak,

6. Günahlarımızın bağışlanması için Allah’tan af dileyerek,

7. Sevgili Peygamberimize bol bol salât ve selâm okuyarak,

8. Dünya ve ahirete ait dileklerimiz için dua ederek,

9. Hastaları, yaşlıları ziyaret ederek; yoksulları, öksüz ve yetimleri sevindirerek,

10. Eş, dost ve yakınlarımızla tebrikleşerek,

11. Dargın ve küskünleri barıştırarak, değerlendirebiliriz.

Regaib bir cihette bolluk, bereket, fazilet anlamına gelir. Bu gece Allah’ın lütuflarının bol bol verildiği bir gecedir ve üç ayların ilk kandil gecesidir. Kendimiz ve bütün İslam âlemi için, sema kapılarının sonuna kadar açıldığı, rahmetin sağanak halinde indiği böyle bir gecede nasibimize daha bol damlaların düşmesi, hayırlara vesile olması dualarımız ile kandiliniz mübarek olsun. Âmin!

Alıntı

İKİ ADAM !

 Birinci adam;

kâfirdir veya fâsık-ı gafildir.

Şu dünya, onun nazarında bir matemhane-i umumiyedir.

Bütün zîhayat, firak ve zeval sillesiyle ağlayan yetimlerdir.

Hayvan ve insan ise; ecel pençesiyle parçalanan kimsesiz başıbozuklardır.

Dağlar ve denizler gibi büyük mevcudat, ruhsuz, müdhiş cenazeler hükmündedirler.

Daha bunun gibi çok elîm, ezici, dehşetli evham, küfründen ve dalaletinden neş'et edip, onu manen tazib eder.

Diğer adam ise; mü'mindir.

Cenab-ı Hâlık'ı tanır, tasdik eder.

Onun nazarında şu dünya, bir zikirhane-i Rahman, bir talimgâh-ı beşer ve hayvan ve bir meydan-ı imtihan-ı ins ü cândır.

Bütün vefiyat-ı hayvaniye ve insaniye ise; terhisattır.

Vazife-i hayatını bitirenler, bu dâr-ı fâniden, manen mesrurane, dağdağasız diğer bir âleme giderler.

Tâ yeni vazifedarlara yer açılsın, gelip çalışsınlar.

Bütün tevellüdat-ı hayvaniye ve insaniye ise; ahz-ı askere, silâh altına, vazife başına gelmektir.

Bütün zîhayat, birer muvazzaf mesrur asker, birer müstakim memnun memurlardır.

Bütün sadâlar ise, ya vazife başlamasındaki zikir ve tesbih ve paydostan gelen şükür ve tefrih veya işlemek neş'esinden neş'et eden nağamattır.

Bütün mevcudat, o mü'minin nazarında, Seyyid-i Kerim'inin ve Mâlik-i Rahîm'inin birer munis hizmetkârı, birer dost memuru, birer şirin kitabıdır.

Daha bunun gibi pek çok latîf, ulvî ve leziz, tatlı hakikatlar, imanından tecelli eder, tezahür eder.

   Demek iman, bir manevî tûbâ-i Cennet çekirdeğini taşıyor.

Küfür ise manevî bir zakkum-u Cehennem tohumunu saklıyor.

   Demek selâmet ve emniyet, yalnız İslâmiyette ve imandadır.

Öyle ise, biz daima

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ عَلٰى د۪ينِ الْاِسْلَامِ وَ كَمَالِ الْا۪يمَانِ

demeliyiz...

Sözler - 17

SANA BU SİMAYI VEREN

    Ey insan, hiç mümkün müdür ki: Sana bu sîmayı veren, o sîmada böyle bir sikke-i rahmeti ve bir hâtem-i ehadiyeti vaz'eden zât, seni başı boş bıraksın; sana ehemmiyet vermesin; senin harekâtına dikkat etmesin; sana müteveccih olan bütün kâinatı abes yapsın; hilkat şeceresini meyvesi çürük, bozuk ehemmiyetsiz bir ağaç yapsın!

Hem hiçbir cihetle şübhe kabul etmeyen ve hiçbir vechile noksaniyeti olmayan, Güneş gibi zahir olan rahmetini ve ziya gibi görünen hikmetini inkâr ettirsin.

Hâşâ..

   Ey insan!

Bil ki: O rahmetin arşına yetişmek için bir mi'rac var.

O mi'rac "Bismillahirrahmanirrahîm"dir.

Ve bu mi'rac ne kadar ehemmiyetli olduğunu anlamak istersen, Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyan'ın yüzondört surelerinin başlarına ve hem bütün mübarek kitabların ibtidalarına ve umum mübarek işlerin mebde'lerine bak.

Ve Besmele'nin azamet-i kadrine en kat'î bir hüccet şudur ki: İmam-ı Şafiî (R.A.) gibi çok büyük müçtehidler demişler: "Besmele tek bir âyet olduğu halde, Kur'anda yüzondört defa nâzil olmuştur."

Sözler - 11

EHADİYET VE VAHİDİYET

  İ'lem Eyyühel-Aziz!

   Senin yüzün, vechin o kadar küçüklüğü ile beraber geçmiş ve gelecek bütün insanların adedince kendisini onlardan ayıran ve tarif eden nişan ve alâmetleri hâvi olduğu gibi, yüzünü teşkil eden esas ve erkânında da bütün insanlar ittifaktadır.

Bütün insanlarda biri tevafuk, diğeri tehalüf olmak üzere iki cihet vardır.

Tehalüf ciheti Sâni'in muhtar olduğuna, tevafuk ciheti ise Sâni'in Vâhid-i Ehad olduğuna delalet ederler.

Bu iki cihetin bir Kasıd'ın kasdıyla, bir Muhtar'ın ihtiyarıyla, bir Mürîd'in iradesi ile, bir Alîm'in ilmiyle olmadığını tevehhüm etmek, muhalatın en acibidir.

Fesübhanallah!

Yüzün o küçük sahifesinde nasıl gayr-ı mütenahî nişanlar dercedilmiştir ki, göz ile okunur da nazar ile, yani akıl ile görünmez.

   İnsan nev'inde şu tehalüf ile beraber buğday, üzüm, arı, karınca nevilerindeki tevafuk, kör tesadüfün işi olmadığı güneş gibi aşikârdır.

Mademki kesretin böyle uzak, ince, geniş ahval ve etvarında da tesadüfün müdahalesine imkân yoktur.

Ve tesadüfün elinden mahfuzdur.

Ve ancak bir Hakîm'in kasdı ve bir Muhtar'ın ihtiyarı ve Semî', Basîr bir Mürîd'in iradesinin daire-i tasarrufundadır.

   "Tesadüf, şirk ve tabiat"tan teşekkül eden fesad şebekesinin âlem-i İslâmdan nefiy ve ihracına, Risale-i Nur'ca verilen karar infaz edilmiştir.

Mesnevi-i Nuriye - 180

30 Aralık 2024 Pazartesi

NEBATİ HAYATTAN HAYVANİ HAYAT MERTEBESİNE TERAKKİ

 Ağaçlar, nebatat ve çiçekler...

Güzel tad, koku ve şekilleri ile iştihamızı açıp, kendi nefislerine bizim nefislerimizi davet ediyorlar ve kendilerini müşterilerine feda ediyorlar.

Tâ nebatî hayat mertebesinden, hayvanî hayat mertebesine terakki etsinler.

Ve hâkeza.. kıyas et.

Öyle bir surette o tohumcuklar inkişaf ettiler ki, o tek kabza, muhtelif ağaçlar ve mütenevvi çiçekler ile dolu bir bahçe hükmüne geçti.

İçinde hiçbir galat, kusur yok.

فَارْجِعِ الْبَصَرَ هَلْ تَرٰى مِنْ فُطُورٍ

sırrını gösterir.

Herbir tohum, ism-i Hafîz'in cilvesiyle ve ihsanıyla ona pederinin ve aslının malından verdiği irsiyeti; iltibassız, noksansız muhafaza edip gösteriyor.

   İşte bu hadsiz hârika muhafazayı yapan Zât-ı Hafîz, kıyamet ve haşirde hafîziyetin tecelli-i ekberini göstereceğine kat'î bir işarettir.

Evet bu ehemmiyetsiz, zâil, fâni tavırlarda bu derece kusursuz, galatsız hafîziyet cilvesi bir hüccet-i kàtıadır ki; ebedî tesiri ve azîm ehemmiyeti bulunan emanet-i kübra hamelesi ve arzın halifesi olan insanların ef'al, âsâr ve akvalleri ve hasenat ve seyyiatları, kemal-i dikkat ile muhafaza edilip muhasebesi görülecek.

   Âyâ bu insan zanneder mi ki, başı boş kalacak?

Hâşâ!..

Belki insan, ebede meb'ustur ve saadet-i ebediyeye ve şekavet-i daimeye namzeddir.

Küçük-büyük, az-çok her amelinden muhasebe görecek.

Ya taltif veya tokat yiyecek.

Mesnevi-i Nuriye - 179

29 Aralık 2024 Pazar

KENDİNİ İYİ VE KÖTÜ BİLMEK, SABIR GÖSTERMEK

 Peygamber Efendimizin torunlarından, devrinin âlim zatlarından birinin başına geldi.

O muhterem zat çarşıda giderken önüne bir adam çıktı ve “sen şöylesin, sen böylesin” diye bir sürü hakaretleri sıralamaya başladı.

O muhterem zat büyük bir sabır ve sükûnetle adamın sözü bitinceye kadar bekledi. Sonra hakaretleri bitip susan adama “Hepsi bu kadar mı?” diye sordu.

Adam afalladı. Şaşkınlıkla sustu.

O muhterem zat şöyle devam etti: “Bunlar senin bildiklerin… Benim Allah’a karşı senin bilmediğin daha ne kusur ve günahlarım var.” dedi.

Adam utançla o muhterem zatın elini öpmeye çalışarak: “Sen hakikaten büyük insanmışsın” diyerek özür beyan etti.

Evet, ‘kendini bilmek’ insana ilim olarak yetecek bir olgunluktur. Çünkü kendini bilen Rabbini bilir. Rabbini bilen ise haddini bilir. Boş gurur ve kibirden sakınır. Ameline güvenmez.

‘Ne oldum’dan ziyade ‘ne olacağım’ endişesiyle hareket eder. Bu yüzden Yunus Emre meşhur şiirinde “İlim ilim bilmektir / İlim kendin bilmektir / Sen kendini bilmezsen / Bu nice okumaktır.” diye serzenişte bulunmuştur.

Nefis elbette her kötülüğü isteyecektir.

Böbürlenmek, övgü ile anılmak, iltifat görmek arzu edecektir.

Hatta övgünün sahtesinden bile hoşlanacaktır.

Herhangi bir suçlama karşısında kendini ‘avukat gibi’ savunacaktır. Eleştirilmekten nefret edecektir.

Hele bir de makam, mevki sahibi ya da meşhur olmuş biri ise yere göğe sığmayacak bir tavır gösterecektir.

Kendini olduğundan büyük göstermeye çalışırken riya, gösteriş vb. alçalışları sergileyerek kendini ‘soğuk beğendirmeye’ çalışacaktır.

Belki kendisinden menfaat umanların dalkavukluklarıyla coşacak fakat bu coşkusu da uzun sürmeyip menfaatin bitmesiyle sona erecektir.

Bediüzzaman Hazretleri nefs-i emmarenin bu tuzaklarından kurtuluş çaresinin insanın Rabbine karşı ‘mutlak azc ve fakr’ını hissetmesiyle mümkün olacağını ifade etmiştir.

Yani sonsuz ihtiyaçlara müptela olarak yaratılan insan aynı zamanda sonsuz bir fakirlik içerisindedir.

İhtiyaçları âlemin her tarafına yayılmıştır.

Bir çiçeği arzu ettiği gibi koca bir baharı da arzu etmektedir. Dünya hayatını istediği gibi ebedi hayatı da istemektedir.

İstekleri sınırsız olduğu için fakirliği de aynı ölçüde sınırsızdır. Fakat bu sınırsız olan isteklerini, fakirliğini karşılayacak gücü, kudreti yoktur.

Sınırsız, sonsuz ihtiyaçlar ancak sınırsız ve sonsuz bir kudretle karşılanabilir.

Böyle bir kudreti olmayan nefis, mutlak acz içerisinde olduğunu hakkalyakin (bizzat yaşayarak) hisseder.

Böylece kendisinin ‘hiç’ hükmünde olduğunu anlayarak ‘mutlak zenginlik ve kudret’ sahibi Yaratıcısını bilip O’na yakınlaşır. Kendini ve Rabbini tanır. Haddini bilip boş gurur ve kibirden sakınır.

Aslında insanın manevi yükselişi kendisini ‘kötü’ bildiği müddetçe sürer.

Kötülüğü ise, kendini ‘iyi’ bildiği müddetçe devam eder.

Çünkü kendisini kötü bilen insan; iyi olma gayreti içerisinde bulunacaktır. Bu süreç ise mezara kadar devam edecektir.

Birisi Hz. Aişe validemize (ra) sormuş: “Ey müminlerin annesi, bir insan kendisinin iyilerden olduğunu nasıl bilir?”

Hz. Aişe annemiz (ra): “Kendisinin kötülerden olduğunu bildiği zaman” diye cevap vermiş.

Bunun üzerine aynı şahıs: “Peki kendisinin kötü insanlardan olduğunu nasıl bilir?” diye sormuş.

Hz. Aişe annemiz (ra) bu kez de şöyle demiş: “Kendini iyilerden gördüğü zaman.”

Alıntı

ETME BULMA DÜNYASI

 Bu dünya kötülük yapanın kötülük gördüğü bir yerdir. Hiç kimse, yaptığım yanıma kalır; gün olur, devran döner, her şey unutulur diye düşünmemelidir.

Çünkü dünya, etme bulma dünyası.

Şayet zâlim izzetinde, mazlum zilletinde kalıp, buradan göçüp gidiyorsa, bu, bunların yakasının bırakıldığı, karşılığını görmeyecekleri manasına gelmez. Yarın Huzur-u İlâhîde, o dehşetli hesap gününde kurulacak mahkeme-i kübraya tehir ediliyor,1 demektir.

Peygamber Efendimiz (asm), “Dilediğini yap; mutlaka karşılığını görürsün”2 diyor.

Hadi bakalım, gel de dilediğini yap.

Mesele vahim!

Cenab-ı Hak, Kitabında bu konuyu açıkça şöyle bildiriyor: “Göklerde ne var, yerde ne varsa hep Allah’ındır. Böyle olduğu için, sapıtanı ve doğru yolda olanı çok iyi bildiği; yaptıklarını kaydettiği içindir ki, kötülük işleyenleri, yaptıklarının karşılığı ile cezalandıracak, iyi hareket edenlere de en güzel mükâfatı verecektir”3

Ahiret, dünyada kazanıldığına göre; orada yaşananlar, bu dünyadaki hâlimizin bedeli.

Rivayet o ki; bir gün, telaş içinde gelen Ukalâ-yi mecânînden, yani deli görünüşlü akıllılardan olan ve Abbâsî halifesi Hârûnürreşîd’le olan yakın münasebetiyle bilinen Behlûl-i Dânâ’ya,4

“Bu telaş ne, nereden geliyorsun?” diye sorarlar. Behlül-i Dânâ:

“Cehenneme ateş almaya gitmiştim. Oradan geliyorum” der.

“Alabildin mi bari?” sorusuna ise, Behlül;

“Ne gezer! Herkes ateşini, buradan kendi götürüyormuş” cevabını kondurur.

İster Cennet-i Âlâ, ister Cehennemin gayyâsı; her ne varsa ahiretin metaının karşılığı insanların amelinde, dünyada.

Ne ederse, insan ediyor; ne giderse ahirete, buralardan gidiyor.

İyi kötü, hayır şer; ne ararsan burada!

Önemli olan, ne aradığımız.

Risale-i Nur’da, “Cennet ucuz olmadığı gibi, Cehennem de lüzumsuz değil”5 deniyor.

Sözün özü, işte bu!

Ne yaparsan yap; kesinlikle, bir bedeli olacak.

İşleyenin defterine her hepsi de, konacak.

Alıntı

Dipnotlar:

1- Said Nursî, Sözler, 66.
2- Mecmau’z-Zevaid, 10: 219.
3- Necm Suresi, 31.
4- TDV İslâm Ansiklopedisi, 5: 352.
5 -Said Nursî, Şualar, 436.

28 Aralık 2024 Cumartesi

KORKARSAN SIRA SANA GELİR

 Üstad Bediüzzaman, “En ziyade yaralananlar, siperini bırakıp kaçanlardır. En az yara alanlar, siperinde sebat edenlerdir!” diyor. Bediüzzaman Hazretleri’nin Sikke-i Tasdik-i Gaybi kitabındaki “Korkma, sözlerini söyle, neşrine çalış” diyen Abdulkadir Geylani Hazretleri, talebesi olan bizleri mutlaka korur. İnşallah. 

Son olarak 18 Ocak 2018 tarihli Yeni Asya’daki bir yazıda yer alan fıkrayı sizlerle tekrar paylaşmak istedim: 

“Bir horoz varmış. Her sabah ezan okuyormuş. Sahibi demiş ki; - Tekrar tekrar ezan okuma! Yoksa tüylerini yolarım. Bu tehdit karşısında horoz korkmuş ve kendi kendine demiş ki; ‘Zaruretler mahzurları mübah-helâl kılar. Canımı kurtarmak için ezan okumaktan vazgeçmeliyim. Nasıl olsa benden başka horozlar var. Her halükârda onlar ezan okur.’ Horoz ezan okumayı bırakmıştır artık..

“Bir hafta sonra sahibi tekrar gelir ve der ki ‘Eğer tavuklar gibi gıdaklamazsan senin tüylerini yolarım…’ Horoz bu tehdit üzerine horozluktan da vazgeçer ve tavuklar gibi gıdaklamaya başlar… Horoz tam bir ay gıdakladıktan sonra sahibi tekrar gelir ve bu kez şöyle der: ‘Şimdi de tavuklar gibi yumurtlamazsan eğer yarın seni keserim!’ Bunun üzerine horoz ağlamaya başlar ve der ki; ‘Keşke ezan okurken ölseydim!” 

Bizler de iş hayatımızda Yeni Asya ve  yayınları okuduğumuzu açık ve içtenlikle söyleyelim. Allah’ın Hafiz ismine sığınalım,İnşallah.Unutmayalım ki bu zamana kadar Yeni Asya ve Risale-i Nur okuyanlardan kimse zarar görmemiştir.

Rafet Özcan

DAVA ADAMI...

 Öyle büyük ve muazzam dâvalar var ki; aday olmadan önce adam olmayı, hatta icabında “adak” olmayı, yani o yolda kurban olmayı bile icap ettirir. Tarih bunun örnekleriyle doludur.

Hazreti Ömer’e (ra), oğlu Abdullah’ın halife olması teklif edilince, o şöyle demiştir: “Eğer bu iş güzel bir iş idiyse biz zaten buna eriştik. Ama eğer bu iş zor ve dayanılmaz bir iş ise-ki öyledir-bir evden bir kurban yeter.”

Şurası da unutulmamalı ki, hak dâva uğruna kurban olmaya hazır olanlar daima Cenab-ı Hakk’ın koruması altında olmuştur.

Madem ki, Resul-ü Ekrem (asm) “Ben iki kurbanlığın oğluyum” buyurmuş.

Madem ki, ilk dedesi Hz. İsmail’i kurban olmaktan kurtaran koçu, Rabbülalemin Cebrail (as) ile göndermiş. Ve babası Abdullah’ın kurban edilmekten kurtarılmasına karşılık yüz devenin kurban edilmesi, yine Rabbülalemin tarafından kabul görmüş. Demek ki, hak ve hakikat davasına kurban olmaya hazır olanları Cenab-ı Hak her zaman korumuştur, korumaktadır.

Merhum Ali Ulvi Kurucu, Üstad Said Nursî Hazretlerinin Tarihçe-i Hayat kitabı için özel bir ilham ve iştiyakla kaleme aldığı önsözde şöyle diyor:

“İslâm, bugün öyle mücahidler ister ki dünyasını değil, âhiretini dahi feda etmeye hazır olacak.”

İşte harikulade vasıflarla mümeyyiz Üstad Bediüzzaman’a bakınız ki, yeri gelmiş ve münasebet hasıl olmuş, şöyle ilan etmiştir:

“Umumun malûmu olsun ki: İki elimde iki hayatımı tutmuşum, iki hasım için iki meydan-ı mübarezede iki harple meşgulüm. Tek hayatlı olan adam meydanıma çıkmasın.”

Bu sözleri de; bid’alara giren bazı şeyhleri ve hocaları tenkid etmesine karşılık, “onların içinde bazı evliyalar da vardır, onları böyle tenkid etmek senin için iyi olmaz” şeklinde hatırlatmada bulunanlara beyan etmiştir. Üstadın bu beyanında aslında bir mâna daha saklıdır. O da şudur: Ahirette zararıma olur korkusuyla, hakikatı beyan etmekten çekinmem. Zaten bundan dolayı da zarar gelmez, korkmayın..

Son okarak, Üstad’ın kendisini Kur’an ve iman dâvasına adamışlığının, (bizim ölçücüklerimizle tartılamaz olan) derecesine bakalım:

“Kur’ân’ımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa, cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin imanını selâmette görürsem, cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım. Çünkü vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.”

ONU DA SEN BİL

 Onu Da Sen Bul

Çok soğuk bir kış günü padişah, tebdil-i kıyafet gezmeye karar vermiş.Yanına baş...vezirini alıp yola çıkmış. Bir dere kenarında çalışan yaşlı bir adam görmüşler. Adam elindeki derileri suya sokup, döverek tabaklıyormuş. 

Padişah, ihtiyarı selamlamış:

"Selamunaleykum ey pir"i fani..." 

"Aleykumselam ey serdar"i cihan..."

 Padişah sormuş: 

"Altılarda ne yaptın?" 

"Altıya altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor..." Padişah gene sormuş: 

"Geceleri kalkmadın mı?" 

"Kalktık... Lakin, ellere yaradı..." 

Padişah gülmüş: 

"Bir kaz göndersem yolar mısın?" 

"Hem de ciyaklatmadan..." 

Padişahla baş vezir adamın yanından ayrılıp yola koyulmuşlar. Padişah baş vezire dönmüş: 

"Ne konuştuğumuzu anladın mı?" 

"Hayır padişahım..." 

Padişah sinirlenmiş: 

"Bu akşama kadar ne konuştuğumuzu anlamazsan kelleni alırım." 

Korkuya kapılan başvezir, padişahı saraya bıraktıktan sonra telaşla dere kenarına dönmüş. Bakmış adam hala orada çalışıyor. 

"Ne konuştunuz siz padişahla..." 

Adam, başveziri şöyle bir süzmüş: 

"Kusura bakma. Bedava söyleyemem. Ver bir yüz altın söyleyeyim." 

Baş vezir, yüz altın vermiş. 

"Sen padişahı, serdar-ı cihan, diye selamladın. Nereden anladın padişah olduğunu." 

"Ben dericiyim. Onun sırtındaki kürkü padişahtan başkası giyemezdi." 

Vezir kafasını kaşımış.

"Peki, altılara altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor ne demek?..." 

Adam, bu soruya cevap vermek için de bir yüz altın daha almış. 

"Padişah, altı aylık yaz döneminde çalışmadın mı ki, kış günü çalışıyorsun, diye sordu. Ben de, yalnızca altı ay yaz değil, altı ay da kış çalışmazsak, yemek bulamıyoruz dedim."

 Vezir bir soru daha sormuş...

"Geceleri kalkmadın mı ne demek?" 

Adam bir yüz altın daha almış. 

"Çocukların yok mu diye sordu. Var, ama hepsi kız. Evlendiler, başkasına yaradılar, dedim..."

 Vezir gene kafasını sallamış. 

"Bir de kaz gönderirsem dedi, o ne demek..."

 Adam gülmüş. 

"Onu da sen bul..."  :)

KİM AKILI Kİ ?

 Delinin biri bir gün doktoruna gider ve iyileştiğini söyleyerek serbest bırakılmasını ister.Bunun üzerine doktor: 

-Sana bir soru soracağım doğru bilirsen buradan çıkarsın anlaştık mı? 

Deli: 

-Peki anlaştık sor sorunu. 

Doktor: 

-Sen 10 katlı bir binanın tepesine çıksan bende aşağıda bir bardak su tutsam.Şimdi aşağıya atlar mısın atlamaz mısın? 

Deli: 

-Niye atlayayım ben deli miyim? 

Doktor içinden adamın gerçekten iyileştiğini düşünür ve neden diye sorar. 

Deli: 

-Ya bardağı çekersen!

ÇOCUKLARIMIZ İÇİN MÜTHİŞ BİR DUA

 Ya Rabbi! Çocuklarımı hiçbir dahlim olmadan bana emanet ettin. Hiçbir dahlim olmadan sen onları hıfzet.

Ya Rabbi! Beni onlarla imtihan etme.

Ya Rabbi! Onları açık, gizli hertürlü fitneden muhafaza et.

Ya Rabbi! Onları kitabını hıfzeden, dinlerini samimi yaşayan, ibadetlerine azami dikkat eden, güzel ahlakla bezenmiş salih kullarından eyle. Dünyadaki en mutlu ve azdırmayan bolluk, ferahlık içinde yaşayan insanlardan olsunlar.

Ya Rabbi! Onları helallerinle haramlardan muhafaza et ve fazlınla Senden başkasına muhtaç etme.

Ya Rabbi! Kitabını muhafaza ettiğin gibi onları da şeytanın şerrinden muhafaza et.

Ya Rabbi! Onları en hayırlıların sohbetleriyle,  en temizlerin ahlaklarıyla ve sana tevekkülle rızıklandır.

Ya Rabbi! Kalp ve beden hastalıklarından onları koru. Havlinle, kuvvetinle onlarla ilgili hayırlı muradımı nasip et.

Ya Rabbi! Hayatımda beni onların iyilikleriyle nimetlendir ve öldükten sonra da hayır dualarıyla beni mesut et.

Ya Rabbi! Kalbimden birer parça olan çocuklarımı gözümle göremediğim bir yerde Sana emanet ettim. Ama herşey Sana âyan. Azametine, yüceliğine yakışır bir şekilde onları muhafaza et, koru.

Ya Rabbi! Yavrularımızı her türlü kötülükten, kötülerden, kötü anlayışlardan muhafaza buyur. Onlara Müslümanca bakış , duruş, düşünüş,tutum , davranış, şuur , razı olduğun makbul ameller nasip et. Kendine kul, Râsulüne ümmet eyle…

Ya Rabbi! Zihinlerini her türlü boş şeylerden arındır. Akıllı ve ferasetli davranmalarını inayet buyur.

Ya Rabbi! Nefislerinin ve arzularının yanlış isteklerine uyduklarında, onları doğru yola ilet.

Ya Rabbi! Kaldırıp götüremeyecekleri imtihanlarla sınama. Son nefeslerine kadar dinin üzere yaşamalarını nasip buyur.

Ya Rabbi! Anneye, babaya ve tüm Ümmeti Muhammed'e iyilik yapma ve hayırlı olma gibi güzel huylar nasip eyle..

Ümmet i Muhamede faydalı, güzel   ahlakı kuşanmış , örnekler , öncüler eyle.

Ya Rabbi! Son nefeslerine kadar yolundan ve rızandan ayırma.

Ya Rabbi! O, incecik kalp ve gönül dünyalarına bulaşmak isteyen şerlerin, şerirlerin kötülüklerinden “Hafiz” isminle muhafaza eyle.

Ya Rabbi! Kardeşler olarak aralarındaki sevgiyi, muhabbeti, samimiyeti, yakınlığı arttır.

Ya Rabbi! Son nefesleri dahil  imana ve Kuran’a hizmetten ayırma.

Ya Rabbi! Bilip söyleyemediğim, düşünüp dile getiremediğim inayet ve ihsanlarının en güzelini, bütün kardeşlerimizin çocuklarına ve  benimkilere de nasip eyle…

Ya Rabbi! Sen onları üzecek, kıracak, inciteceklerin şerrinden emin eyle. Haklarında hayırlı olacak istekleriyle rızıklandır. 

Salatu selam insanların en hayırlısı Efendimiz Sallallahü Aleyhi ve Sellem'in , âl ve ashabının üzerine olsun. Amin

SEVGİLİLER SULTANI

💜🌹💙🌷💙🌹

💚🌷💚🌹💛🌷

💛💜🌹💜

SENİ SEVDİM.....

💛💙💜💚

Altı yaşında iken, anneciğinin taptaze mezarına kapanıp ağlayışına hiç kıyamadım, ben de ağladım, ama sevdim.

💙💜💚💛

 Herkes canını verecek kadar seni severken, kimseye yük olmamak için, kendi işini kendin yapışını sevdim.

💜💚💛💙

 Başının ağrıdığını öğrendiğimde, başımın ağrısını sevdim.

💚💛💙💜

 Kuşu ölen çocuğun evine taziyeye gittiğinde... Anne ve yavru köpekler için koskoca ordunun yolunu değiştirdiğinde, merhameti sevdim, hayvanları sevdim..

💛💙💜💚

 "Benim çocuğum yok,ardımdan okuyacak kimse olmayacak" diye ağlayan Hz.Bilal'i, "Üzülme! Ümmeti Muhammed her ezandan sonra sana okuyacak" diye teselli edişini sevdim.

💙💜💚💛

 Bir gün,oturarak namaz kıldığını gören Ebu Hureyre'nin "Ey Allah'ın elçisi, hasta mısın?" sorusuna, "Hayır, açım!" deyişini sevdim.

💜💚💛💙

 O kadar uzun süre hiç aç kalmadım ben ama, kızın Hz.Fatma'ya, "Vallahi kızım,üç gündür baban bir şey yememiştir." deyişinde, açlığı sevdim.

💚💛💙💜

 Hz.Hatice'ye düğün için hediye ettiğin gülleri sevdim... "Hatice'nin sevgisi benim rızkımdır." deyişini sevdim.

💛💙💜💚

 "Beni nasıl seviyorsun?" diye soran Hz.Ayşe'ye, "kördüğüm gibi" cevabını... Ve zaman zaman "kördüğüm ne alemde?" sorusuna, "ilk günkü gibi" deyişini sevdim.

💙💜💚💛

 Onsekiz aylık oğulcuğun İbrahim kucağında can verirken, gözyaşlarıyla onu öpüp koklayıp, "O, meme emen bir sütkuzusudur, ama Allah'ın takdiri karşısında,elden ne gelir?" deyişini sevdim.

💜💚💛💙

 Mute'de şehid düşen evlatlığın Zeyd'in minik yetimi, acıyla o mübarek eteğine sarılıp ağladığında, onu kucaklayıp, hıçkırarak ağlayışın karşısında, "Ey Allah'ın elçisi, bu nedir?" diye soranlara, "Bu, sevenin sevdiğini özleyişidir." demeni sevdim.

💚💛💙💜

 Yanında,kucağındaki çocuğuna sarılan,öpüp koklayan arkadaşına gülümseyerek, "yavruna nasıl şefkat duyuyorsan,Allah da senin şefkatinden daha çok sana şefkat duyar" deyişini sevdim.

💛💙💜💚

 Sevgili kızın Hz.Fatma,her yanına girdiğinde,ayağa kalkıp karşılamanı, "hoşgeldin kızım" diye öpmeni, elinden tutup,yanına oturtmanı sevdim.

💙💜💚💛

 "Evlilik, iki bedende tek bir ruhtur" deyişini sevdim.

💜💚💛💙

 Hz.Ali ile Hz.Fatma'yı evlendirirken,ikisini karşına alıp, "Ey Ali, kızımı sana cariye olarak veriyorum, ama unutma, sen de onun kölesisin" deyişini sevdim.

💚💛💙💜

 Bir gün, elbisenin içinde kıpırdayan şeylerin sırrı, elbise açılınca anlaşılır: "Benim çiçeklerim" diye sevdiğin Hasan ve Hüseyin oradadır...Ben,onları sevişini, onlar sırtında iken namaz kılışını, kapıdan girer girmez,"küçük adam orada mı? Küçük adam orada mı?" deyişini, badi badi koşarak gelen torunlarını kucaklarken, onlara "Ey Allahım! Ben onları seviyorum,sen de onları ve onları sevenleri sev" deyişini sevdim.

💛💙💜💚

 Bir bayram sabahı, hüzünle kenarda oturan,eski elbiseli yetim bir çocuğu elinden tutup evine götürüşünü, yıkanıp yemek yedirilen,para verilip sevindirilen çocuğun yüzünü avuçlarının içine alarak, "Benim baban, Ayşe'nin annen, Hasan ve Hüseyin'in kardeşlerin olmasını ister misin?" deyişini sevdim.

💙💜💚💛

 Sokağa kaçan çocuğunu eve getirebilmek için, "gel bak sana ne vereceğim" diyen anneye, "dikkat et, çocuk sana gelir ve ona bir şey vermeyecek olursan,senin için bir yalan günahı yazılır!" deyişini sevdim.

💜💚💛💙

 Meydanlık bir yerde,önünüzden bir cenaze alayı geçerken, ayağa kalktığında, arkadaşlarının şaşkın:"Ey Allah'ın rasulü, bu bir yahudidir" dediklerinde, "Fakat aynı zamanda bir insandır" deyişini sevdim.

💚💛💙💜

 Bir müslüman, sarhoş bir şekilde, huzuruna getirildiğinde, yanındakilerden biri sarhoşa "Allah sana lanet etsin" deyince, o mübarek kaşların çatık, "ona lanet okumayın, ben onu tanıdığımdan beri, o Allah ve rasulünü sever" deyişini sevdim.

💛💙💜💚

 Uhud'da şehit düşen yetmişiki arkadaşını defnederken, Cemuh oğlu Amr ile Amr oğlu Abdullah'ın cenazelerinin başında, hüzünle dalıp gidişini ve "bu ikisini aynı mezara koyun.Çünkü onlar,dünyada da birbirlerini çok severlerdi" deyişini sevdim.

💙💜💚💛

 Mübarek başın, Hz.Ayşe'nin kucağında, ruhunu Allah'a teslim etmek üzereyken, Rabbinin huzuruna tertemiz çıkmak için, misvakla dişlerini temizleyişini sevdim.

💜💚💛💙💚

 Mescitte, nezaket kurallarından habersiz, yeni müslüman olmuş birinin, burnunu sildiği paçavrayı yere attığını görünce, pisliği yerden kendi elinle alıp,temizleyişini ve o kişiye yumuşak bir sesle, "bir daha böyle yapma" deyişini sevdim.

💚💛💙💜

 "Sizden biriniz, ağaç dikerken kıyamet kopuyor olsa, ağacı dikmeye devam etsin" deyişini sevdim.

💛💙💜💚

 "Akarsu başında bile olsanız, suyu israf etmeyin" deyişini sevdim.

💙💜💚💛

 Kâbe'yi işaretle, "Bu ev, saygın,mübarek ve kutsaldır. Ama, varlığını elinde tutan kudrete yemin ederim ki, insan onuru ve kişiliği daha kutsaldır!" deyişini sevdim.

💜💚💛💙

 Mirâc'a çıktığında, Allah Teala, "Seni ne ile şereflendireyim?" dediğinde, "Beni Sana kullukla şereflendir" deyişini sevdim.

💚💛💙💜

 Yine mirâçta Rabbim "İste! Ne isteğin varsa vereyim" dediğinde, secdeye kapanıp, gözyaşlarıyla "Senden ümmetimi istiyorum" deyişini sevdim.

💛💙💜💚

 Refik-i Alâ'ya, Yüce Dost'a giderken, "Sizi kevser ırmağı başında bekleyeceğim. Bana kavuşmak isteyen, elini ve dilini kötülüklerden çeksin." deyişini sevdim.

💙💜💚💛

 Ve Rabbimizin, "Andolsun size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız O'na çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir,merhametlidir (Tevbe-128) deyişiyle, seni sevdim.

💜💚💛💙

 Ve Rabbimizin, "Şüphesiz ki, Allah ve melekleri, Peygamber'e çokça salât ederler (överler,yüceltirler). Ey müminler! Siz de O'na salevat getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin."(Ahzab-56) buyurmasıyla, seni daha çok sevdim... selam ve dua ile, ALLAHÜMME SALLİ ALA SEYYİDİNA MUHAMMED İN VE ALA ALİ SEYYİDİNA MUHAMMED 💜 💙💚💛💜💙💚💛💜💙💚

Rafet Özcan