İnanan insan inandığının gereğini yerine getirmekle mükelleftir. “Ey iman edenler iman edin.” Ayeti mü’minin şuurlu olmasını emreder. Mü’min sadece Allah’a kulluk yapar. Bunun için kimsenin kuklası, kulu kölesi olamaz. Kukla olduktan sonra iplerin kimin elinde olduğunun ne farkı var ki?
“Kötülük, ahlaksızlık, adaletsizlik ve her türlü yanlış, din kullanılarak örtülüyor, görmezlikten geliniyor ve hatta meşru gösterilmek isteniyorsa; öncelikle böyle toplumlarda dini ahlaksızların tasallutundan kurtarmak gerekir. Özgür olmayan, insana zihnini, aklını özgürleştiremeyen din, köleliği ve kötülüğü meşrulaştırır.”
İslam’da tebliğden önce temsil gelir. İnanan insan inandığı dini anlatmadan önce kendi yaşamalıdır. Aksi halde anlatmaların tesiri çok zayıf kalır.
Çinli bir üreticinin söylediği şu söz inananların durumun anlatmak bakımından ne kadar acıdır:
“Müslüman iş adamları bize gelip almak istedikleri sahte ürünlerin üzerine uluslararası markaları yazmamızı istiyorlar. Ancak onları yemeğe götürdüğümüzde bize sunduğumuz yemeklerin helal olup olmadığını soruyorlar. Merak ediyorum İslam dininde sahtekârlık yapmak ve taklit ürün satmak helal mi?”
Dinin kaynağı Kur’an’dır. “Dininizi Allaha has kılarak ibadet edin.” (Zümer, 3) ayeti bunun açık biçimde ortaya koyar. Bunun için din kültürden, gelenekten, örften, rivayetlerden değil Kur’an’dan öğrenilir. Din zamanla esas kaynağından uzaklaştırılırsa toplumun kültürü haline gelir ve kültür dinin bütün alanlarını işgal eder. Böyle toplumlarda dinin aslı olan Kur’an’a gitmek için aşılacak en büyük engel ise kültür, gelenek ve rivayetlerdir.
Kur’an anlamak ve yaşamak için indirilen insanın kullanma kılavuzudur. Kur’an’ı bu bağlamdan koparırsak ya ölünün arkasından okuruz ya da düğünler de mevlit merasimlerinde.
Büyük Akif inancımızla çelişen bu durumu ne güzel ifade eder:
"Ya açar bakarız Nazmı Celil'in yaprağına,
Ya okur geçeriz bir ölünün toprağına.
İnmemiştir hele Kur'an, bunu hakkıyla bilin;
Ne mezarlıkta okunmak ne de fal bakmak için."
Ne yazık ki çevremizde tanıdığımız birçok Müslüman hurafelerden hoşlandığı kadar Kur’an ayetlerini duymaktan hoşlanmıyor. Çünkü ayetler onlara sorumluluk yüklüyor, onlar ise sorumluluk almak istemiyorlar. Bu açıdan dini, bir oyuna dönüştüren din adamlarını(!) (İslam’da din adamı sınıfı yoktur; bunu tarif için kullandım.) hikâye anlatıcılarını dinlemeyi daha çok tercih ediyorlar.
Hâlbuki senin okuduğun Kur’an sana öğüt olmuyorsa, seni şirkten arındırmıyorsa, seni doğruya iletmiyorsa, seni adaletli yapmıyorsa, imanını artırmıyorsa, yetimi koruyup gözettirmiyorsa, kısaca insanı insan etmemişse kimse Kur’an okuyorum iddiasında bulunamaz.
Yapılan bazı araştırmaların sonucuna göre Türk halkının % 92’sinin henüz kitapları olan Kur’an’ın Türkçe mealini bir kere bile okumadan öldüğünü ortaya koymaktadır. Bu çok büyük bir çürümüşlüktür.
Bazı sohbetlerde arkadaşlara, “Kur’an sizin neyiniz olur?” diye soruyorum. Hemen hepsi, “Kur’an bizim kitabımızdır.” Diye cevap veriyorlar. “Peki, kitabınızı okuyor musunuz?” dediğimde ise kahır ekseriyeti mazeretler ileri sürerek okumadıklarını beyan ediyorlar. Hâlbuki Kur’an insana yol gösteren bir rehberdir. Okunmayan bir kitabın insana yol göstermesi elbette mümkün değildir.
Ey insan! Rabbinden sana indirilmiş 6666 adet okumanı bekleyen mesaj var. Ne zaman okuyacaksın? Ölünce mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder