Doğum günü gibi özel günler, ömrümüzün muhasebesini yapacağımız, ölümü daha sık zikredeceğimiz günler olmalıdır. Evet, zaman durmuyor, öyle ya da böyle bir şekilde su gibi akıp gidiyor. Ben de bu günde düşünerek geçen yıllarımın bir muhasebesini yapmak istedim.
Peki, geçen ömrümü nasıl değerlendirdim, nerelerde harcadım? Yoksa ben de mi zamanı israf edenlerden oldum? Geriye dönüp baktığımda “Oh, elhamdülillah” mı diyorum yoksa günahlardan gelen elîm elemlerden dolayı “ah, ah!” mı ediyorum? Evet, evet bazı günler, aylar “oh” desem de, “ah” dediğim zamanlar da az değil ne yazık ki. Genç olmam, his ve heveslerime hâkim olamam ve nefs-i emmârenin günahlara giriftar olduğu zamanlar bana “ah, ah!” dedirtiyor. Ama çok şükür ki bu günahları Rabbime itiraf edebiliyor ve O’ndan af dileyebiliyorum. Ya ben de ümitsizliğe kapılanlardan olsaydım?
Rabbim Zilzal Sûresi’nde geçen âyetlerde şöyle buyuruyor: “Her kim zerre kadar hayır işlese mükâfatını görecek. Her kim zerre kadar şer işlese karşılığını görecek.” Bir gün Âlemlerin Efendisi Peygamberimiz (asm) bu âyetleri Sahabelere okurken Sahabelerden biri başlar ağlamağa. Ve der ki: “Ey Allah’ın Resûlü! Zerre kadar günahımız karşılıksız kalmayacaksa, benim hâlim ne olur? Günahım o kadar çok ki.” Bunun üzerine Peygamberimiz (asm) “Üzülme, sevin. Çünkü zerre miktar yaptığın hayır hasenat kaybolmayacak.” Peygamberimizin (asm) bu sözü üzerine ağlayan Sahabenin gözyaşları diner ve tebessüm etmeye başlar. Ne kadar güzel bir müjde bizlere değil mi? Ben bu hadisten kendime pay çıkartanlardanım. Çünkü benim de günahlarım, hatalarım çok. Ümitsizliğe düşmemi engelliyor bu müjde.
“Evet, ömür sermayesi pek azdır. Lüzumlu işler pek çoktur.” diyor asrın imamı Bediüzzaman Hazretleri. Gerçekten de öyle değil mi? Geçip giden yılları dün gibi hisseden bir ben değilimdir her halde.
Ey ömrünü bâd-ı hevâ harcayan nefsim! Aklını başına topla. Ömür sermayeni ve hayatını hayvan gibi belki hayvandan çok aşağı bir derecede şu fâni hayata ve maddî lezzete sarf etme. Yoksa sermayece en âlâ hayvandan elli derece yüksek olduğun hâlde, en ednasından elli derece aşağı düşersin. A’lâ-yı illiyyin nerede, esfel-i sâfilîn nerede? Sen neden esfel-i sâfiline giden yolu tercih edersin ey nefs-i nâdân!
Ey gafil nefsim! Senin hayatının gayesi günahlara giriftar olmak değildir. Gayen vücuduna konulan duygular terazisiyle Rabbinin nimetlerine şükredip lisân-ı hâl ve kalinle dergâh-ı Rububiyette ubudiyetini ilân etmektir.
Öyleyse gel, geçmiş ömrümüzde, işlediğimiz günahlar yüzünden tövbe edelim. Allah’ın dergâhına iltica edip rahmetine sığınalım. O Allah ki Tevvab’dır, tövbeleri kabul eder. Afûvv’dur, biz günah işleyen kullarını affeder. Kuddüs’dür, maddî ve manevî kirlerden arındırır bizleri. Böyle bir Allahımız varken tövbe istiğfar etmemek, af dilememek biz mü’minlere yakışmaz. Bizler daima ümitvâr olmalıyız. Çünkü Allah’tan ümidini kesen ancak kâfirlerdir. Hem nasıl olsa günaha batmış hâldeyim deyip şeytanın oyununa da gelmemeliyiz. Unutmayalım ki, Rabbimiz kime tevbe etmeyi nasip ederse ona affedilmeyi de nasip eder.
Ey nefsim! Gel, bundan sonra ömür sermayemizin kıymetini bilelim. Şu an kabirde, bizim yerimizde olmak isteyen, bizim bir dakikamızı isteyen milyonlarca insan var. Madem gün gelecek biz de ölümü tadıp mezaristana göçeceğiz. İleride biz de kabirdeki o insanlar gibi pişman olmak istemiyorsak, onlar gibi “Keşke şu dünyadakiler bir dakikalarını bize verseler de, tevbe istiğfar edip tekrar kabre girsek” demek istemiyorsak, şimdi hemen tövbe edelim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder