4 Mart 2023 Cumartesi

AHMAKLIK HASTALIĞI, (ZULÜM VE KİZB)

 

İnsan, konuşan bir canlı ve sosyal yani topluca yaşamak zorunda bir varlık olduğuna göre, her halukarda ve zeminde dilini kullanmak ve konuşmak mecburiyetindedir.

“Dilin kemiği yoktur.” demiş atalarımız. Bundan ne anlamak gerekir? Ben şunu anlıyorum; alel-acele her aklına geleni, düşünmeden, fayda ve zararını tartmadan, bazan yalan ve iftiralar da ilave ederek konuşabilmektir. Bu ise vicdanlı, zeki ve mantıklı insanların yolu-yordamı ve işi olamaz. Olsa olsa böyle ulu orta konuşanlara ahmak denilebilir.

Biliyorsunuz mucizeleri ancak Peygamberler izhar ederler. Aslında Mucizeleri halk eden Allah’tır. Peygamberlerinin üstünden ve elleriyle halkı ikna ve imana davet etmek için gösterir. Hz. İsa mucizelerini hep tıp alanıyla ilgili olarak izhar etmiştir. Örneğin, Kur’an-ı Kerim’de ve muhtemelen İncil-Şerif’te de belirtildiği üzere; İsa Mesih, doğuştan körlerin gözünü açmış, hastaları mesh ederek yani hastalıklı yerlere mübarek ellerini sürerek şifaya kavuşturmuştur. Daha ileri seviyede bir mucize eseri olarak da, ölüleri bile diriltmiştir. Buna binaen, bir gün Hz. İsa’ya soruldu; Ölü diriltmekten daha zor ne olabilir? İsa cevap vermiş:

“İfhamu men lâ yefhem.

Anlamayana anlatmak.” diye cevap vermiş.

Yine “Ahmaklığın devası nedir? diye sorulunca İsa’ya:

“Ben Allah’ın izniyle ölüleri dirilttim, her derdin devasını buldum, lâkin ahmaklığın devasında mütehayyir oldum, o derde çare bulamadım.” demiş.

Bu kısa girişten sonra sadede dönelim;

Yüce kitabımızda, iki sınıf insan lanetlenmiştir yani mel’un addedilmiştir.

Lânet: Allahın rahmetinden mahrumiyet olduğu gibi, ayrıca O’nun gazabına mazhar olmaktır ki, bu bir insan için en büyük ceza olmalıdır.

Kimdir bu mel’unlar,i1) Zalimler.

Allah zalimlerle ilgili olarak, çokça ayetten birinde şöyle demektedır. “Allah, zalimler topluluğunu doğru yola iletmez. İşte onların cezası, Allah’ın, meleklerın ve bütün insanlığın lânetine uğramalarıdır. (Al-i İmran 3/86-87)

2) Yalancılar (Kezzablar) dır.

Bu sınıf insanlar da melundurlar.

Elbette ki bu yalanların hafifi-ağırı, küçüğü-büyüğü ve sadece kendisine zarar vereni olduğu gibi, diğer yandan kendi dışında kalanlara da zarar vermesi ve sosyal hayatta yalan ve iftiralarının sonucunda fitneye, fesada ve hatta büyük tahribatlara da sebebiyet verebilir.

Maalesef üzüntüyle ifade edeyim, güya İslâm ülkelerinin gözdesi ve gıbta ile bakılan Türkiye’mizde, özellikle yalana ve iftiralara çokça rağbet edilir oldu. Özellikle siyaset alanında buna fazlasıyla tesadüf edildiği gerçeği söz konusudur. Durum bu merkezde olunca, bunları örnek kabul eden kesimlerce de, dalga dalga cemiyetin alt tabakalarına doğru, bu kötü haslet hızla yayılma istidadını göstermekte.

Avrupa’da bunun tam tersini görüyoruz. Çok eski bir tarihte Mısır müftüsü Muhammed ABDU bazı akademik ve ilmi çalışmalarda bulunmak üzere PARİS’e gidiyor ve orada bir yıl kadar kalıyor. İlmî çalışmalarının sonunda yurda yani MISIR’a dönüyor. Üst düzey elit tabakadan insanlar, ilim adamları onu ziyaret ederler. Bunlar Fransa ve Paris’i nasıl buldun, oralarda neler gördün? diye sorarken, tasavvur ettikleri ve tahmin ettikleri, “İşte oralarda gavurları gördüm. Şu ahlaksızlığı, bu pisliği müşahede ettim” diye anlatacağını umar ve beklerken, Mısır Müftüsü, tahmin ettiklerinden tamamen farklı olarak, onlara ne dedi biliyor musunuz? “FRANSA’da ve PARİS’te, Müslümanları gördüm, ama İslam’ı görmedım. Fakat Mısır’da İslâm var, lâkin Müslümanları göremiyorum.” İbretamiz bir cevap veriyor. Bediüzzaman’ın da bir asır önceki zamanın evvelinde yine Ezher Şeyhi Rektör Prof. Bahaddin Efendinin, “Avrupa ile Osmanlının istikbali hakkında ne düşünüyorsunuz.” Sualine mukabil, “Avrupa bir İslam devletine, Osmanlı’da bir Avrupa’ya hamiledir, gün gelir her iki kutup da doğuracaktır.” Yani onların tembelliği, kötü ahlak ve meziyetleri bize geçeceği gibi, bizim de güzelliklerimiz onlara gidecek şeklinde ifade etmişlerdir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder